Aslına bakarsanız başlık bir “genelleme” içeriyor. Doğrusu, “90'lar: Laz Kültür/Kimlik Hareketi'nin Türkiye'de Yeniden Doğuşu Olmalıydı”. Zira bildiğimiz kadarıyla, Lazların, Laz kimliği, dili, ulusal bilincine yönelik çalışmaları - “hareket” oldukça abartılı bir deyim olsa da, ki bu hâlâ böyledir- Osmanlı'da Abdülhamit'in istibdat dönemiyle birlikte başlıyor. Faik Efendi adlı bir Laz münevver içeriğinin ne olduğunu bilmediğimiz Lazca bir kitap basıyor ve netice olarak büyük bir baskıya uğruyor, sürülüyor, hapsediliyor. Hatta kimi iddialara göre katlediliyor.
Meşrutiyet dönemindeyse, bu çabalar az çok gelişme şansı bulabiliyor ve Ahmet Tevfik Bey'le sembolleştiğini söyleyebileceğimiz, Osmanlıcılıkla melezlenmiş bir tür Laz milliyetçiliği doğuyor. Lazların; kimi andığımız minvalde, kimi daha “kültürcü”, kimi bolşevik, kimiyse menşevik olan “Lazcılık” faaliyetleri bir şekilde 20'lere ve daha azalarak 30'lara dek Türkiye topraklarında sürüyor. Bu meselde oldukça az bilgiye sâhibiz ve erişilmesi güç olan, tarihin üstü tozlanmış yapraklarına henüz yeni yeni ulaşıyoruz. Yani “sır perdesinin aralanması”na biraz daha vakit var.
Konumuz bu olmadığı için fazla ayrıntıya giremeyeceğim. Ama 20'ler itibariyle “Laz Kültür/Kimlik Hareketi”nin bayrağını Sovyetlerin bolşevik Lazlarının devraldığını, oradaki çalışmaların da devletin Lazlara yönelik değişen politikaları sebebiyle 1939'dan itibaren epey zayıflayıp, sönümlendiğini belirtmekle yetinelim.
1984'te cılız bir ses
“Sessizlik yemini”, 80'lerin başından, özellikle de 1984'ten itibaren Almanya'dan yükselen cılız sesle kırılır. Bu ses, İstanbul'da yıllar sonra yeniden doğacak olan “Laz hareketi”nin de ilk habercisidir.
Almanya'da dilbilimci Wolfgang Feurstein'ın ve Laz şâir-yazar Selma K'oçiva'nın etrafında toparlanan çok dar bir çevre Lazca ve Lazlık üzerine çalışmaya başlar. 90'ların başına kadar bir kitap (Nananena [Anadil] gibi/1991) ve iki dergiyle (Parpali [Kelebek]/1984, Lazuri Ambarepe [Lazca Haberler]/1992) düşüncelerini, bilgilerini ortaya koyan ekip, o dönemin Lazca/Lazlık çalışması yapan tek grubudur.
1993 milat
1993 ise Türkiye Lazları için gerçek bir milattır.
Fakat buradan bir sene öncesine gitmemiz gerekecek.
1992 yılında, Ant Yayınları “Lazların Tarihi” adıyla bir kitap basar. Gürcistanlı Laz yazarların 1964'te yazdığı ve dönemin Sovyet politikasına uyumlu bir biçimde Lazların Gürcü olduğu propagandasını yapan bu kitap, Lazların yoğun ilgisiyle karşılaşır. Gösterilen ilgi, ortaya çıkan tepkiyle atbaşı gider. Lazların Gürcü kökenli olarak sunulması Lazlarda kitabın reddiyesi üzerinden bir reaksiyon doğurmuştur.
İşte bu ilgi ile tepkinin yarattığı merak ve kendini kendisi olarak ifade etmek isteğinin yarattığı “yeni Laz duyarlılığı”, “kendisi için yeni bir şeyler söyleme”nin örgütlenmesine yardımcı olmuş olur: “Biz ne Türk, ne Gürcü ne de Rum'uz. Biz Laz'ız!”.
Buradan sonrasıysa -birazcık abartarak söylersek- dört nala giden bir târihtir artık.
Ogni DGM'lik
1992 yılı içinde “Laz Enstitüsü”, “Laz Vakfı” girişimleri ortaya çıkar, fakat faşist basının yazılı linci sonucu bu kurumlaşma atakları akamete uğratılır. Fakat, yine de bu örgütlenme çabası, Laz yakın tarihi için bir mihenk taşı olan Ogni (Duy) dergisini doğurur. Ahmet Hulusi Kırım, Ali İhsan Aksamaz, İsmail Avcı Bucaklişi, Mehmetali Barış Beşli... gibi Laz aktivistlerin öncülüğünde yayın hayatına “merhaba” diyen dergi ancak 6 (ya da “5+1”) sayı yayımlanabilir.
Dergi daha ilk sayısında, içerdiği iki yazı sebebiyle, bölücülük iddiasıyla DGM'ye düşer. O zamanlar henüz bir hukuk öğrencisi olan, derginin sorumlu yazı işleri müdürü Beşli, mahkemede yargılanır, beraat eder. Ogni beraat eder etmesine ama dava süreci, dergiyi ve çalışmaları olumsuz etkiler, toplantılara katılan birçok insan, neredeyse, Ognicilere selâm bile vermemeye başlar.
Devletin “Laz'ız” diyenlere de tahammülü yoktur.
Yani, “hareket” daha yolun başında bir darbe yemiş olur. Ancak bu durum bir sonu değil, tersine yeni bir başlangıcı imler.
Va Mişk'unan, Heyamo
93'ten sonra, Lazca/Lazlık faaliyetleri biteviye profesyonelleşir ve bugünkü geniş külliyatı yaratacak olan kitaplar çıkmaya başlar. Bu kitapların basımında, kendisi de bir Laz olan Özcan Sapan'ın sâhibi olduğu Çiviyazıları Yayınevi hayati bir rol oynar. Sapan'ın da belirttiği gibi, bu, “Lazlar üzerine yayıncılık faaliyeti” polislerin de dikkatini çeker (!).
Biz öyküye devam edelim.
1992'de kurulan ve Lazların idol ismi Kazım Koyuncu'nun da üyesi olduğu Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları), Va Mişk'unan (Bilmiyoruz) adlı ilk Lazca sözlü rock albümünü çıkarır ve ciddi bir ses getirir. Grup, 1998'de İgzas'ı (Yürüyor) çıkardıktan sonra dağılır ama Laz gençleri üzerindeki etkisi daimi olur.
Yine müzik alanında, Lazlar için çok önemli bir boşluğu dolduran isim olan Birol Topaloğlu da bu dönemde (1997) “büyüleyici” albümü Heyamo'yu çıkarır. Laz halk müziği Topaloğlu'yla tekrar nefes alıp vermeye başlar. Fakat “bölücülük suçu”ndan devletin mahkemelerinde yargılanmaktan o da kurtulamaz.
Beri yandan Lazlar, diğer Kafkas halklarından aydınlarla eşgüdüm sağlarlar, bu kolektiften Kafkasya Yazıları dergisi çıkar.
“93 süreci” ya da “Ogni süreci” denilen ilk çıkışın ürünü ve kazanımı boldur. Ama örgütlenme işi de bir türlü başarılamaz. İzmit'te 1996'dan beri örgütlü olan Sima Vakfı, bir tür “Laz derneği” olarak valığını ortaya koysa da, tüzüklerine Laz adını yazmamayı tercih ederler ve olayın biraz etrafından dolanırlar. Sima, aynı zamanda Laz kültür/kimlik hareketindeki “ilk ayrılık” olarak da kodlanabilir: Çoğunlukla sol referanslı insanların toplandığı -Almanya'yla birlikte- “Ogni çevresi” ve daha “devletçi” ve “çekingen” olan Sima çevresi.
Sonrasındaysa “Ogni çevresi”nin kendi içinde ayrılıklar gündeme gelecektir (*).
Tarih ya da şiir kitapları gibi alanlarda ilk ürünleri ortaya koymakla geçen, Laz aydınlarının 90'lı yıllarının son meyvesi, 1993'ten beri üzerine çalışılan, Türkiye'deki ilk Lazca sözlük olur (1999). Lazca eğitim ve yayın hakkı için sarf edilen çabalarsa sonuçsuz kalır. (**)
Milenyuma girildiğindeyse, yani ancak yedi sene sonra, “Ogni çevresi” ikinci bir dergiyi, Mjora'yı çıkarabilir. Fakat daha derginin ilk sayısı “hukuki bir prosedür” gerekçesiyle toplatılır. İkinci sayı çıkar ama devamı gelmez (***).
İşte “Laz kültür/kimlik hareketi”nin 90'lı yıllardaki çabalarının ve “hak mücadelesi”nin kısa özeti...
Serüven sürüyor. (İGY/HK)
(*) İlk olarak Birol Topaloğlu'yla ilgili bir tartışma üzerinden bir saflaşma gerçekleşti. Bu saflaşmanın asıl taraflarından biri bugün Gola Kültür Sanat ve Ekoloji Derneği'dir diyebiliriz. “Ana akım” ise 2008'de Laz Kültür Derneği'ni -nihayet- kurdu. Fakat 2010'lu yılların hemen başında, önce Ankara'da Laz Kültür ve Dayanışma Derneği adını alacak bir oluşum LKD'den koptu. Sonra Lazika Yayın Kolektifi adını alacak başka bir grup İstanbul'da ciddi bir ayrılığa imza attı. Lazika Yayın Kolektifi, 2013'te kurulacak olan Laz Enstitüsü'ne de ön ayak oldu. Geçtiğimiz yıl oluşan Ağani Murutsxi gazetesi (6. sayısı geçen ay çıktı) çevresi de Lazi Yayınları'nı hayata geçiren başka bir çalışma grubu... Bu gruplar dışında Almanya'da Lazebura çevresi de hâlâ ayrı bir çalışma olarak sayılabilir. Ayrıca kolkhoba.org sitesi de farklı bir yönelimdir. Yine yazı içinde saydığımız Sima da varlığını sürdürmektedir.
Bu gruplaşmaların bazıları birbirleriyle ittifak edebilirken, bir kısmı “birbirine selâm vermemektedir.”
Arhavi'de Çkuni Berepe, Karadeniz Ereğli'de de bir Laz KültürDerneği var.
(**) Lazlar periyodik yayın konusunda pek istikrarlı sayılmazlar. Mjora'dan sonra LKD Skani Nena'yı (4 sayı-son 2010), LYK Tanura'yı (3 sayı-son 2012) çıkardı. Bu iki derginin yeni sayıları uzun bir zamandır çıkmıyor, fakat dergiler varlıklarına “resmi” olarak son vermiş de değil. Sima Vakfı'nın Sima adlı dergisinin son sayısı diye bildiğim yedinci sayısı 2005'te çıkmıştı. Birinci dipnotta adını andığımız Lazca gazete Ağani Murutsxi ise, pek çok sıkıntıyla baş etmeye çalışarak Eylül 2013'ten beri yayımlanıyor.
(***) Kasım 1995'ten, Haziran 1998'e kadar, İsmail Avcı Bucaklişi ve Esat Sarı, Çevre Radyo'da “Tanura” adlı Lazca-Türkçe bir program yapmışlardı.